Dokuz Işık Doktrini sesli olarak anlatılıyor.
Dosya uzunluğu: 4849 kb (4.84 mb)
Süre: 39,5 dakika
Format: Real Player
Dinlemek için
buraya tıklayınız
NEDEN DOKUZ IŞIK
Her şeyini Türklüğün tarihinden almış olan modern ilmi, tekniği önder
kabul etmiş olan bir görüştür. Bunun kuvvetini almış olduğu temel kaynak
Müslümanlık ve Türk'lüktür. Türk insanına karşı sonsuz sevgi, insan haysiyetine
karşı sonsuz saygıdır. Neden temel kaynak Müslümanlık ve Türklük'tür? Çünkü bu
millet Müsülüman ve Türk milletidir. Türk olarak binlerce yıllık şanı ve şerefi
vardır. Bin yıldır İslâmiyet'i benimsemiştir. Geri kalmişliğin, milliyet ve din
ile alakasi yoktur. Bu temeller üzerine inşa edilmiş yeni bir sistem millî bir
doktrindir. Dokuz Işik.
Haydi yür´ü! Medeniyet, şeref, şan
Genç anlında millî ru'ya görenin
Eski, yeni hür ve mes'ud Türkistan
Bütün Asya ve istikbâl hep senin!...
M.E.YURDAKUL
YOLUMUZ UZUN VE ÇETİNDİR:
Bütün dünyada bir fikir savasi yapiliyor. Bir sürü doktrin çarpisiyor.
Türkiye’de son zamanlarda kapitalistlerin ile komünüstlerin fikri bir çatismaya
girdiklerini gördük. Bu iki felsefe de ithal mali, ikisi de maddeci ikisi de
Türk Milletine yabancidir. Biz buna karsi yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli,
maneviyatci bir doktrin ile ortaya çikdik. Bunun adina <<Dokuz Isik>> dedik.
Biliyorsunuz<<dokuz>> rakami Türklerce daima kutlu sayilmis bir rakamdir. Biz
prensiplerimizi ortaya koyarken buna da dikkat ettik ve yüzde yüz milli bir
doktrini ortaya koyduk. Bütün dünyada yapilan bu fikir ve taktikler savasinda
ancak kendi milli bünyemize uygun, ötekinlerden daha yüksek ve daha ileri bir
fikirle galip gelebilirdik. Dokuz Isik, bu maddeci fikirlerin daha
ilerisindedir. Dünyanin en büyük silahi fikirdir. Fikirsiz hicbir hareket basari
kazanamaz. Ben size bu silahi veriyorum. Dokuz Isik doktrinini anlamaya
çalisiniz. Onun etrafinda demirden bir halka olarak büyük hedefe yürüyünüz.
Sizlere kolay bir basari vaad etmiyorum. Kisa zamanda bir iktidar umanlar
bizimle yola çikmasinlar. Yolumuz uzun ve çetindir. Bu yolda karsimiza menfaat
teklifleri, tehditleri ve daha bir yigin engel çikacakdir. Bu çetin yola
dayanabilecekler, bizimle gelsinler. Cesur olanlar,kuvvetli olanlar, gerçekden
inananlar kafilemize katilsinlar.
Bu hareketi sirtladik, hedefe dogru yürüyoruz. Bana bu serefi verenlere tesekkür
ederim. Düsüncelerimizden taviz vermeden sapmadan yürüyoruz.Egilmeden,
eskisinden daha hizli olarak hedefe kosuyoruz. Bizler, geçici ikballere,
menfaatlere yenilmedik. Inanmis kisiler yenilmez. Bu ruh ve suurla gidiyoruz.
Istikbale inanarak ve güvenerek bakiniz. Hedefin alinacagindan asla süphe
etmeyin.
Kosan elbet varir, düsen kalkar,
Kara tastan su damla damla akar.
Birikir, sonra bir gümüs göl olur.
Arayan hakki en sonunda bulur.
DOKUZ IŞIK’IN ESASLARI
Bagimsiz son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüs etrafinda
birlesmek zorundayiz. Bu görüs Dokuz Isik görüsüdür. Dokuz Isikçilar, Türk
milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal
sosyalizim ile hiç bir ilgisi yoktur.
Türkiyemizin hizla kalkindirilmasi, çaglar üzerinden siçrayarak Türk milletinin
atom ve uzay çagina sokulmasi ile mümkündür. Bu da herseyden önce dünya çapinda
çok üstün kaliteli ilim adamlari ve yüksek teknisyenler kadrosu meydana
getirmeye bagli bulunmaktadir.
Bizim inancimiza göre, yabanci memleketlerin sartlari altinda meydana getirilmis
bulunan yabanci doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye´nin
kalkindirilmasi saglanamaz. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne de komünizm. Türkiye
için yararli olamaz. Türkiye´yi kalkindiracak sistem ve görüs ancak Türk
milletinin özelliklerine uygun, müslüman Türk milleti realitesini göz önünde
bulunduran ve modern ilim ve teknigi yol gösterici kabul eden milli bir görüs
olmalidir.
Bunun kisaca formülü Türk emek potansiyelinin, milli üretim faktörlerine
rasyonel bir sekilde baglanmasi, devletin vatandaslara üretim yollarini açarak
bütün tedbirleri almasi ve kolayliklari temin etmesi ve milli gelirin artmasinda
kendisine düsen esas rolü oynamasidir.
Iste biz böyle milli bir doktrin sahibi bulundugumuz iddia eden bir kadroyuz.
Milli görüsümüzün adi<< Dokuz Isik Doktrini >>dir. Bu görüs dokuz ana ilkeye
dayanmaktadir. Bu ilkeler sirasiyla sunlardir:
MİLLİYETÇİLİK
Her sey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine
göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine baglilik, sevgi ve Türkiye
devletine sadakat ve hizmettir.
ÜLKÜCÜLÜK
Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlik haline
getirme ülküsüdür.
AHLAKÇILIK
Türk milletinin ruhuna, örf ve adetlerine uygun yüksek varligini
korumayi ve gelistirmeyi ön gören esaslara dayanir.
ÍLÍMCİLİK
Olaylari ve varligi ön yargilardan ve art düsüncelerden siyirarak
ilim mentalitesi ile incelemek ve girisilecek her çesit faaliyette ilmi önder
yapmak prensibidir.
TOPLUMCULUK
Her çesit faalietin toplumun yararina olacak sekilde yürütülmesi
görüsüdür. Içtimai ve iktisadi olmak üzere iki ayri bölüme kapsamaktadir.
Iktisadi görüs olarak mülkiyeti esas kabul eder, fakat mülkiyetin millet
zararina kötüye kullanilmasina karsi olan bir görüsü belirtir. Karma ekonomiyi
ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolunda bulunmasini öngörür.
Sosyal görüs olarak sosyal adalet düzeni, firsat esitligi, sosyal güvenlik ve
sosyal yardimlasma teskilati kurulmasini kabul eder.
KÖYCÜLÜK
Köyleri tarim kentleri haline birlestirerek kalkindirmayi öngörür.
Köylünün tefecilerin elinden kurtarilmasi ve ihtiyaci olan kiredi ve diger
yardimlarin saglanmasi için kooperatiflesmeyi hedef alir. Bilhassa orman
bölgesinde yasayan köylüleri öncelikle ve hizla refaha kavusturmak amacini
güder.
HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK
Birlesmis Milletler Anayasasinda yazili bütün hürriyetlerin
saglanmasini gaye edinmisdir. Insanlarin sahsiyet olarak gelistirilmesini
toplumun kalkinmasi için yararli bir yol olarak kabul eder.
GELÍŞMECİLİK VE HALKÇILIK
Insanlar ve medeniyetler daima daha iyi, daha güzeli, daha mükemmeli
istemek ve aramakla gelisir. Elde edinenle yetinmemek ve daima daha ilerisini
istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek suurudur. Ancak bu gayret ve
çabalarda Türk milletinin tarihinden, milli benliginden ve kökünden kopmadan
yükselmek ve ilerlemek gayedir. Yapilacak her iste halka dogru, halkla beraber
olmayi ilerlemenin, yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul ederiz.
ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNIKÇİLİK
Türk milletinin kalkinmasi için acele sanayilesmesi lazimdir. Dokuz
Isik görüsümüzün esaslari gayet özet olarak bunlardir.
Dokuz Isik, nasil kapitalizmi, marksist sosyalizmi retediyorsa,
nasyonal-sosyalizmi ve fasizmi de rededer.Nasyonal-sosyalizim ve fasizim,
kapitalizmin dejenere bir sapmasi olup, insan hak ve hürriyetlerine inanmayan
gerici diktatörlüklerdir. Dokuz Isik ise, insan sevgi ve saygisina dayanir,
ferdi ve iktisadi hürriyetleri bir bütün olarak gerceklestirmek isteyen
demokratik bir görüsdür. Ilahlastirilmis fasist devletçilige, putlastirilmis
nazist irkçiliga inanmiroruz. Fosillesmis söhretlerin yaptigi gibi siyasi
kariyerinin belirli bir dönemde fasist, belirli bir döneminde kapitalist, diger
bir döneminde sosyalist olmak, bizim politika ahlakimizda yokdur. Biz, Türk´e
asik, Türk vatanina asik Dokuz Isikçilariz. Amacimiz bu kutsal vatan üzerinde
Büyük Türk milletinin ebediyyen bagimsiz yasamasini saglayacak milli görüsü
çizmek, bunu savunmaktir.
Dokuz Isik ilkelerinin basinda yer alan milliyetçilik, diger ilkelerin
arasinda bulunan toplumculuk ilkesinin kavramindan daha genis bir kavramdir.
Milliyetçilik kavrami içinde toplumculuk da vardir. Fakat, iktisadi ve sosyal
kalkinma görüslerimizi belirtmek için düsüncelerimizi ayri bir toplumculuk
ilkesi altinda ifade etmek yararli görülmüsdür. Toplumculuk derken, milletin
varligini, toplum menfaatinin ,fertlerin üzerinde olduguna isaret etmek isteriz.
Bu arada su noktayi tekrar önemle belirtelimki Nasyonal – sosyalizm,
kapitalizmle, laboratuvar (Antropolojik)irkciliga ve antidemokratik bir siyasi
espiye sahipken, Dokuz Isikçilik, Türk toplumculuguna, sosyal-psikolojik
(manevi) bir soyculuga ve gerçek demokrasiye inanmaktadir. Türk milletinin gönül
ve tasvibinden, tercih ve oyundan geçmeyen iktidar yollarina inanmiyoruz.
Iktidar olduktan sonra da, demokratik yollarin gercek bir sekilde islemesine
inaniyor, bunu savunuyoruz. Türk milliyetçilginden devamli sekilde korkanlar,
Türk´ü hiç bir zaman benimsemeyen enternasyonalistler, milli olan her görüse
daima karsi çikmislardir. Bunu asla, bir an için dahi unutmamaliyiz.
Bugün Anadolu yaylasinda yanliz Türk milletinin degil, tüm insanligin kaderi
yogrulmaktadir. Bu bakimdan Türkiye´deki milliyetçiligi, köklü moral gelismeleri,
içte ve dista desteklemek gerekir.On alti büyük imparatorluk kurmus bulunan ve
insanliga örnek bir ahlak sunan üstün manevi degerlere ve dünyada emsali az,
zengin bir ülkeye sahip bulunan Türk milleti, iktisaden geri kalmis basamakda
olamaz. Bugünkü sonuçda hiç bir iktidar bu hatayi bulup ortaya koymus degildir.
Daima keramet anayasada görülmüs, devrimlerin ruhu, sekillere mahkum olmus,
muhtevaya inilmemistir. Demokrasi anlayisi havada kalmistir. Demokrasi insan
varligina sevgi ve insan iradesine sayginin bir ifadesidir. Taklit ve kopyacilik
ise milli sahsiyetimizin zedelenmesine sebep olmus, Türk aydini dis dünyadan
kendi toplumumuza ilim, teknik getirmek yerine Batinin batil ve kokmus itikat ve
itiyatlarini getirmistir.
Ülkeyi, devlet varligini ve millet hayatini büyük belalardan kurtaran Kuvay-i
Milliye ruhu cepheden tarlaya, tarladan laboratuara ve dengeli iktisadi kalkinma
alanlarina intikal ettirilmis oldugundan ötürü milletçe büyük firsat kaçirilmis
ve büyük bir zaman kaybedilmistir.
Türkiye´nin bugün basta insan varligi ve insan gücü olmak üzere bütün
imkanlari ilim, ahlak ve adalet suuru içinde seferber edilmelidir. Bu hareket
var olmak, yok olmak endisesi ve korkusuna dayanmamali, büyük devlet olmak azim
ve karari iradesinden dogmalidir. Türk milleti elbet bu hedefe ulasacak,
insanligi hayira çagirmak, kötülükden meneylemek ve iyiligi emretmek gibi tarihi
ve manevi görevini yerine bir kere daha getirecektir. Tarih buna ait ispatlarla
doludur.
Türk milletinin yükselisi için bu büyük hamleleri yapmak zorundayiz. Millete
hizmet yolunda ne kadar büyük güçlükler ve tehlikelerle karsi karsiya oldugumuzu
bilmekdeyiz; fakat güclükler bizim azmimizi ve mücadele gücümüzü bir kat daha
arttirmaktadir. Muvaffak olacagimiza emin bulunuyoruz.
HAK KUVVETLİNİN DEĞİL HAKLININDIR
Dünya üzerinde insan topluluklari milletler halinde, ayri ayri devletler
halinde yasayagelmislerdir. Bugün de, dünya üzerinde birçok devletler bulunmakta
ve bunlarin yönetiminde birbirinden; sosyal ve fizik yapi itibariyle farkli
milletler yasamakdadir. Insanligin ahengi ve tarih boyu meydana getirdigi
medeniyetler, ayri ayri milletlerin birbirleri arasinda yapdiklari yarismalarin
birbirlerine tesir ederek, birbirlerine birçok yeni fikirler vererek, yeni
görüsler vererek, gerek kültür alaninda gerek ilim alaninda alis veris yapmalari
sonucunda , insanlik tarihinin çesitli ileri medeniyetleri meydana gelmistir.
Ayri ayri milletlerin kendi özelliklerinden kuvvet alarak giristikleri
yarismalar, mücadeleler insanlik tarihinde siçramalara da sebeb olmustur.
Insanligin medeniyet tarihinde yeni çaglarin açilmasina, yeni gelismelerin
meydana çikmasina da sebep olmustur. Birçok farkli iddialara ragmen, dünya
üzerindeki gerçek, böyle olmaya devam etmistir. Bugün de Enternasyonalizim
iddasi arkasina bir takim farkli rejimlerle ortaya çikmis olan milletlerin,
devletlerin uyguladiklari politika ve takip ettikleri tutum kendi iddialarini
fiilen yalanlamis bulunmaktadir. Bunun en açik misallerini komünist
memleketlerin birbirleriyle olan münasebetlerinden ve tutumlarindan görmekdeyiz.
Mesela; ilk baslangiçta Yugoslavya ve Sovyetler Birligi arasinda patlakvermis
olan anlasmazlik ve daha sonra komünist dünyanin iki büyük devleti olan Çin
Rusya arasinda meydana gelen anlasmazlik bu görüsü ortaya koymusdur. Bu
devletlerin hepsi Marksist felsefeyi benimsememis ve komünist bir rejim kurmak
iddiasinda bulunmus olmalarina ragmen, Enternasyonalizm`i esas aldiklarini ilan
etmis bulunmalarina ragmen, dünya proletaryaa isbirligi iddialarini ileri
sürmelerine ragmen, birbirleri ile kanli biçakli olacak derecede anlasmazliga
düsmüslerdir.
Bugün Sovyetler Birligi ile Komünist Çin siniri boyunca her iki tarafin,
sayisi milyonlari asan ordularini birbirlerine karsi yigdiklari herkes
tarafindan bilinmektedir. Her iki devlet birbirlerine karsi bir savas hazirligi
yapmaktadirlar ve bu davranislari bir gün bir savasa münçer olacak olur ise bunu
hiç kimse sasirmayacaktir. O halde milliyetçiligi inkar eden ve
Enternasyonalizm`i ileri süren, Marksizm`i benimsemis, ayni rejim altinda
yasayan bu milletlerin, bu devletlerin birbirleriyle anlasmazliginin sebebi
nedir?
Bu sebep dünyanin kuruldugu günden beri degismemis olan faktördür. O faktör
de milletlerin kendi milli menfaatlerini saglama gerçegidir. Rus milleti bir ucu
Büyük Okyanus`ta, diger ucu Avrupa ortalarinda bulunan büyük bir imparatorluk
kurmustur. Bu imparatorlugun içinde Rus olmayan birçok milletler,köle toplumlar
olarak bulunmaktadir. Bu imparatorlugun dogu ve dogugüney parçalari eski Çin
devletinin topraklaridir. Bu topraklari Komünist Çin,
Sovyetler’den istemektedir. Íkisi de komünist olduguna göre, kardes rejim
içinde
Yasadiklarina göre ve Mao’nun Komünist Çin’i, Sovyetler’den eski Çarlik
Rusyasi’nin eski Çin Ímparatorlugundan kuvvet kullanarak almis oldugu, zaptetmis
oldugu Çin topraklarinin tekrar kendisine geri verilmesini istemistir.
Bu istek Sovyetler Birligi tarafindan red edilmistir ve her iki tarafin arasinda
meydana gelmis olan gerginligin , anlasmazligin ana sebebi budur. Yani milli
menfaatlarin çatismasidir. Çin kendisinden Çarlik Rusyasi zamaninda sömürgeci
bir politikanin neticesi olarak Çarlik Rusya ordularinin isgal ederek zaptettigi,
kopardigi Mançurya gibi,Mogolistan gibi topraklarini geri istemektedir. Çarlik
rejimine karsi oldugunu, Çarlik Rusya politikasini kabul etmedigi iddia etmis
olmasina ragmen Komünist Rusya, Çin’in bu isteklerine karsi çikmakta, bu
topraklarin kendisine ait oldugu iddiasini ileri sürmektedir ve topraklarini
korumak için de Çin sinirini boyuna bir milyondan fazla Rus askerini, atom
nükleer baslikli Rus füzelerini yerlestirmis bulunmaktadir. Komünist Çin de
kendi topraklarini korumak, bir saldiri karsisinda kendisini savunmak üzere ayni
sekilde Rus sinirina milyonu asan sayida Çin askerlerini ve Çin silahlarini
yigmis bulunmaktadir .Bu gerçekler basta söylemis oldugumuz dünya realitesini
açikça gözlerimizin önünde yeniden canlandirmaktadir.
O realite nedir? O realite de dünya üzerinde insanlar millet topluluklari
halinde yasamaktadirlar ve milletlerin arasinda devamli bir yarisma, devamli bir
mücadele vardir. Bu mücadelenin, bu yarismanin temeli her milletin kendi milli
menfatlaridir. Her millet kendi milletini ileriye götürmek, yükseltmek, ahlaka
maneviyatta en üst düzeye çikarmak, iktisatta, refahta dünyanin en refahli
toplumu haline getirmek çabasi içindedir. Bu çabasini, baska milletlerin
zararina olsa da, baska milletlerin sirtindan olsa da sürdürmektedir.
Milletlerin birbirlerinden lütuf bekleyerek, birbirlerinden merhamet ve sefkat
umarak yasamalari mümkün degildir. Ínsanlar gibi milletler de kendi güçlerine ve
kendi çalismalarina güvenmek zorundadirlar. Bir milletin çikarlarini
koruyabilmesi ve kendi insanlarini refahli, huzurlu, güven içinde yasatabilmesi
her seyden önce kendisinin çalismasina ve güçlü olmasina baglidir. Dünya
üzerinde çok eskiden beri hüküm sürmüs olan ilke ve kanun bügün de yeni hükmünü
sürdürmektedir. Bu ilke, bu kanun milletler arasindaki münasebetlerde <<Hak
kuvvetindir>> kanunudur. Hakli olanin kuvveti yoksa, hakkini almasi, hakkini
saydirmasi mümkün olmamaktadir. Eski çaglardada mümkün olamamistir. Bugünkü
dünya üzerinde de mümkün olmamaktadir.
HAK KUVVETLİNİN DEĞİL HAKLININDIR
Gerçi insanlar, milletler arasi münasebetlerde, kisilerle devletler arasi
veyahut kendi devleti arasindaki münasebetlerden hakki ve hukuku hakim kilmak
için, adaleti hakim kilmak için bircok ileri adimlar atmislardir. Ínsan Haklari
Beyannamesi ilan edilmistir ve Birlesmis Milletler insan haklarinin teminat
altinda bulundurulmasi için gayret göstermektedir. Fakat bütün bu ileri adimlara
ragmen, yinede dünya üzerinde <<Hak kuvvetlinindir >> ilkesi hükmünü
yürütmektedir. Bunun canli ve aci misallerini cok uzaga gitmeden, geçmis üç bes
yil içindeki olaylarda görmemiz mümkündür. Bunlardan birisi Pakistan ´la
Hindistan arasinda birkaç yil önce meydana gelmis olan savastir. Bu iki devlet
arasinda müzakere yoluyla, baris yoluyla anlasmazliklarin giderilmesi mümkün
iken ve bu yolun uygulanmasi gerekli iken, Hindistan gendi gücüne güvenmistir ve
Pakistan´a karsi üstün olan Silahli Kuvvetini kullanmistir. Pakistan kendisini
korumak için, topraklarini korumak için haklarini korumak için Birlesmis
Milletler´den yardim istemistir. Birlesmis Milletler´e basvurmustur, diger
kendisine dost memleketlere, anlasmalarla bagli bulundugu devletlere
basvurmustur, fakat hic bir taraftan yardim görmemistir.
Ve Birlesmis Milletler de Pakistan´in Hindistan tarafindan saldiriya
ugramasini önleyememistir. Diger bir misal de: Ísrail ve Araplar arasinda
meydana gelen savslardir. Bunu daha çogaltabiliriz. Baska memleketlerde meydana
gelen baska savaslar da vardir. Bütün bunlarin hebsi, Birlesmis Milletler
Teskilati´nin kurulmus olmasina ragmen, Ínsan Haklari Beyannamesi´nin ilan
edilmis bulunmasina ragmen, bugün de dünya üzerinde degismeyen realite olarak
hakkin ancak kuvvetle savunulabilecegi, ancak kuvvetimiz oldugu takdirde
haklarimizin korunmasinin mümkün olabilecegi realitesidir. Bu gerçegi ortaya
koyduktan sonra Türkiye´mizin durumunu incelemekte yarar görüyorum.
Dünya üzerinde milletler arasindaki münasebetlerde degismeyen kati gercek hak
kuvvetlinindir ilkesi oldugunu söylemistim. Türk milleti kisi olarak ve toplum
olarak tarih boyu yasadigi her çagda, hakki ve adaleti birinci planda tutnusdur.
Bugün de Türk Milleti olarak biz, hakkin kuvvetin olmasi, kuvvetin emrinde
olmasi görüsüne karsiyiz. Türk Milleti olarak biz daima adaletin ve hakkin,
hukukun her seyin üstünde yer almasi görüsünde bulunan insanlariz. Büyük
Atatürk´ümüz, Kurtulus Savasi´na baslarken hak kuvvetlinindir ilkesine karsi bu
alemde elbette bir hak vardir ve hak kuvvetin üstündedir, üstünde olmalidir
ifadelerini de kullanmisdir. Bizim millet olarak daima hakki tutmamiz, adaletden
yana olmamiz ve hakkin, hukukun, kuvvetin üstünde yer almasini istememiz,
kuvvetin hakkin ve hukukun emrinde bulunmasini istememiz ve bunu dogru görmemiz
dünya üzerindeki realiteyi degistirmeye yetmez. Bizim iyi niyetimiz, dogru
görüsümüz dünya üzerinde binlerce yil hüküm sürmüs olan ve bu gün de hüküm
yürütmekde olan bu kaba, çirkin gerçegi degistirmeye yetmez. Atatürk de, elbet
bu alemde bir hak vardir ve hak kuvvetin üstündedir, kuvvetin üstünde olmalidir,
demis olmasina ragmen, mazlum Türk Milletinin haklarini kabul ettirebilmek için
kuvvet meydana getirmeye ve kuvvet kullanmaya mecbur kalmistir. Teskil ettigi
milli kuvvetlerle yeniden teskilatlandirdigi, kurdugu Türk Silahli Kuvvetleri´yle
düsman silahli kuvvetlerini ezmedikçe Türk milletinin haklarini hiç kimseye
kabul ettirememistir.
Bu sözlerimle bizim millet olarak genclerimizin, aydinlarimizin kuvvetden
baska hiç bir seyi tanimamalari, kuvvete tapmalari görüsüne karsi oldugumuzu
anlatmak istiyoruz. Biz herseyden evvel hakka, adalete saygili ve hakkin,
hukukun hakim olacagi bir toplum düzeni istedigimiz gibi, hakkin hukukun hakim
olacagi bir toplum düzeni istedigimiz gibi, hakkin hukukun ve adaletin gölgesiz
bir sekilde hüküm sürecegi bir dünya nizami kurulmasini da istemekdeyiz. Bütün
milletlere, bütün insanlara sadece hak, hukuk ve adalet esaslari ile muamele
saglayacak münasebetleri bu esasa göre yönetecek bir düzenin kurulmasini
istemekdeyiz. Böyle bir düzenin gelmesini dilemekdeyiz. Fakat bizim bu iyi
niyetlerimiz, bu iyi dileklerimiz, bugün yeryüzünde hükmünü icra etmekde olan
hak kuvvetindir ilkesini degistirmeye yetmemekdedir. Bunu degistirebilmemiz için
de, millet olarak bizim güçlenmemiz, kalkinmamiz, güçlü, sözünü gerektigi zaman
her yerde kabul ettirebilecek bir varlik haline gelmemizle ancak mümkün olur.
TÜRK TARİHİNE BAKIŞ
Türk milleti dünya üzerinde yasayan milletler içerisinde en eski milletlerden
birisidir ve milletimizin tarihi, çok sanli olaylarin yer aldigi, büyük
medeniyetlerin tarihidir. Milletimiz tarih sahnesinde görüldügü zamanlardan beri
teskilatçiligiyla, çaliskanligiyla ve bitmez tükenmez enerjisi ve
hareketliligiyle kendini göstermistir. Milletimizin tarihini iki bölüm olarak
mütalaa edebiliriz. Bunlardan birisi Müslümanligi kabul ederek Íslamiyete
girmelerinden önceki tarihimizdir ki, bu dönem tamamiyle Orta- Asya´da cereyan
etmis bir dönemdir. Bu dönemde Asya´nin Hindistan ve bati bölümleri, bati uçlari
disarda kalmak üzere, her kösesine kadar Türklerin yayildigi ve büyük
mücadelelerle büyük devletler kurdugu, büyük medeniyetler meydana getirdigi bir
dönemdir. Íslamiyet´ten sonraki dönemi ise Türklerin batiya dogru yayildiklari
ve Bati-Asyada daha sonra Avrupa´da ve Afrikada´da kendilerini gösterdikleri
dönemdir.
Íslamiyeti kabul ettikden sonra, Türklerin Asya´da faaliyetleri ve meydana
getirdikleri birçok eserleri görülmüsdür, devam etmistir. Asya´da yine birçok
devletler kurmus, yayilmislardir. O arada Hindistan´a da girmisler, Hindistan´da
da Türk milletinin eseri olan medeniyet eseri meydana getirmisler ve uzun ömürlü
devletler kurmuslardir. Fakat Türk tarihinin en büyük devletleri ve meydana
getirdigi en muhtesem medeniyetleri Bati´da dogmustur. Bu da Selçuklu
Ímparatorlugunu takip eden Osmanli Ímparatorlugudur. Osmanli Ímparatorlugu,
dünyanin en büyük imparatorluklarindan biri olarak meydana gelmistir. Üç kit´a
üzerinde yayilmis ve bugün de gözleri kamastiran eserleriyle insanligin tarihine
yeni büyük bir medeniyet ilave etmisdir. Türk milletinin Asya´nin en dogu
kiyilarindan, Avrupa´nin ortalarina Sibrya´nin kuzeyindeki buzlarindan, Hint
Okyanusu´na ve Çin Denizi´ne diger tarafdan Akdeniz´e Afrika´ya ve Afrika
ortalarindaki Büyük Sahra´ya kadar yayilan, diger taraftan da batida ve
Afrika´da Atlantik Okyanusu´na varan Avrupa´da Viyana´ya ve Polonya´ya kadar
dayanan, Rusya´da Rus ovalarina kadar uzanan çok genis bir saha içinde
gösterdigi bu varlik, Türk milletinin sahip oldugu büyük enerjiyi ve medeniyet
kabiliyetini, teskilatçiligi inkari imkansiz sekilde ortaya koymaktadir. Zaman
zaman milletimiz sadece yabancilardan veyahut milletimizin düsmanlarindan
garezlere, iftiralara maruz kalmistir, kasitli olarak yürütülen propakandalarin
tesirinde kalan veya Türkiye´yi istila etmek üzere Türkiye´ye sokulmus olan
yabanci kültürlerin pençesine düsmüs olan birçok gafil Türk aydinin da
gerçeklere tamamiyle aykiri, yanlis ithamlariyla, degerlendirmeleriyle
karsilasmistir. Zaman zaman milletimizin kurdugu bu devletlerin, bu
imparatorluklarin hiç bir sey ifade etmedigini ve pala sallayarak, kann dökerek
tarihe kanli bir iz birakmakdan öteye bir mana tasimayan hareketler oldugunu
söylemeye kadar varan davranislar görülmüstür.
Bunlar akla, ilme ve gerçeklere hiç bir zaman uymayan görüsler ve sözlerden
ibarettir. Ílim ve ahlak sahibi olmayan, inanç ve ülkü sahibi olmayan,
teskilatçilik kudredi bulunmayan hiç bir toplumun devlet kurmasi, hele büyük
medeniyetler meydana getirebilmesi ve büyük imparatorluklar kurabilmesi mümkün
degildir. Türk M illetinin kurmus oldugu devletler, kurmus oldugu
imparatorluklar hepsi ince hesaplara dayanan, derin bilgilere ve ilme dayanan
planlara sirt vermis ve Türk´ün büyük teskilatçilik kabiliyeti ile yüksek ahlak
ve seciye ile, iman ile ve ülküçülük ile meydana gelmis eserlerdir.
Bugün dünyanin bu çaginda da, hiçbir devlet sadece silah gücüyle, sadece kann
dökerek kurulamaz ve yasatilamaz. Devletler, insan topluluklarinin meydana
getirdikleri en yüksek eserlerdir, en yüksek kurumlardir. Bu kurumlarin
kurulabilmesi herseyden önce o toplumlarin bir inanç sahibi olmasi, bir ülkü
sahibi olmasi, yüksek ahlak sahibi olmasi, ve teskilatçilik gücüne sahip
olmasiyla mümkündür. Kaldi ki insanlarin teknikte henüz bugünkü kadar ileri
gitmedigi eski çaglarda, motorun icat edilmedigi, telli veya telsiz muhabere
vasitalarinin bulunmadigi bir çagda, o zamanin bilinen dünyasinin hemen hemen
tümünü kendi hakimiyetleri altina alarak bu bölgede lekesiz, gölgesiz bir adalet
nizami kurarak kendi devletlerinin sinirlari içindeki bütün insanlari din,
mezhep, irk ve milliyet ayrimi gözetmeksizin hepsini ahenk içinde ve mutluluk
içinde yasatabilmek milletimizin sahip oldugu yüksek vasiflarla ancak mümkün
olabilecek bir basaridir.
Bunlara isaret ettikten sonra bugünkü Türkiye‘ nin dogusunu ele alacagiz.
Bugünkü Türkiye, Türk milletinin tarihi boyunca kurabildigi en büyük devlet
olan, meydana getirdigi en büyük eser olan Osmanli Ímparatorlugundan meydana
gelmis bir devlettir.Osmanli Ímparatorlugu üç büyük ideali gerek çografya
üzerinde gerekse medeniyet yapisi içerisinde gerçeklestirmeyi hedef almistir.Bunlardan
ilki, ayni dine mensup olan insanlarin mutlulugunu saglamak üzere ve bunlarin
birligini, beraberligini saglamak hedefini gütmüstür.
Íkincisi, Türklerin birligini, beraberligini saglamak hedefini gütmüstür.
Üçüncüsü de, bütün dünyayi bir birlesik dünya getirerek, yeryüzünde bir hak ve
adalet nizami tesis etmek gayesini gütmüstür. Buna Osmanli aydinlarini, Osmanli
yazarlarinin eserlerinde Nizam-i Alem deyimi ile yer verilmistir. Fakat Osmanli
devleti belirli sinirlara vardiktan sonra enerjisini kaybetmistir. Enerjisini
kaybetmesine sebeep, ülküsünü ve gayelerini unutmus veyahut bunlardan vazgecmis
olmasidir. Osmanli imparatorlugu ilk büyük yenilgiye 1683 yilinda, ikinci Viyana
seferi sirasinda ugramistir. Viyana sehri önünde ugramis oldugu bu büyük yenilgi
arkadan birçok felaketleri getirmistir. Bu yenilgiyi degerlendirmek istegen
bircok Avrupali devlet Osmanli devletine karsi mukaddes –ittifak dedigimiz bir
ittifak kurarak Osmanli´ya saldirmistir. Bunun neticesinde 1699 yilinda, ilk
defa Osmanli devleti yenilginin sonucu olan bir anlasma imzalamaya mecbur
kalmistir. Karlofça anlasmasi dedigimiz anlasmayi imzalamistir. Bu tarihten
sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya kadar geçen iki yüz yirmi dört yillik
zaman içerisinde Osmanli imparatorlugu yani Türk milleti, devamli yenilgilere ve
felaketlere ugramistir.
TÜRK TARİHİNE BAKIŞ
Bu iki yüz yiri dört yil içerisinde karsilastigimiz savaslarin ve ugradigimiz
yenilgilerin her birisi o kadar büyükdür ki, bunlarin bir tekine ugrayan bir
milletin bunun acisiyla gözlerini siddetle açmasi, uyanmasi, silkinmesi ve
kendini bundan sonra gelecek felaketlere karsi koruyucu tetbirler bulma yoluna
sevketmesi gerekir idi. Çünkü bundan sonra ugranilan birçok felaket devamli
toprak kaybetilmesine yol acmis ve o topraklarda yasayan Türklerin imha
edilmesine sebep olmus, imha edilmeyenler düsman önünde göçe mecbur olmuslar,
evlerini, ocaklarini terkederek sefil, perisan düsman eline geçmemis olan Türk
topraklarina kacmislarve bu göçler ayrica bir çok aci olaylara yol acmis,
göçmenler, göçtükleri yerlerde hastalikdan, yoklukdan, karsilasdiklari binbir
felaketler içinde erimis gitmisler, kisacasi, iki yüz yirmi dört yil Türk
milleti için devamli felaket, istirap, aci yillari olmustur. Fakat üzüntüyle
belirtmek gerekirki, bunlarin hiç birisi esasli sekilde Milletimizin uyanmasini
saglamamis ve kendimizi kurtaracak yeni bir yasama gücüyle bundan sonra meydana
gelecek felaketlerden koruyacak bir çalismaya, bir toparlanmaya götürmemistir
Bunun sebebini Türk Milletini idare eden ve Türk Milletine yol gösteren
yöneticilerle, Türk aydinlarinin tutumunda, zihniyetinde aramak gerekmektedir.
Her felaketten sonra çekilen acilar unutulmus veyahut halkin, Milletin
istiraplarina sirt çevrilmis, gözyumulmus, belirli büyük merkezlerin lükse ve
sefahate eglenceye dayanan hayati içine gerçekleri unutma yoluna gidilmistir.
Üst Üste ugradigimiz yenilgiler, özellikle onsekizinci yüzyilin sonlarina
dogru, basta padisahlar olmak üzere, devleti idare eden Türk devlet adamlarinda,
bu felaketlerden kurtulmak için bati´ya benzemek, batinin usullerini benimsemek
fikirlerini dogurmustur. Fakat gerek Türk devlet adamlari olsun, gerek Türk
aydinlari olsun, batinin gücünü meydana getiren temel fikirlerinin ne oldugunu,
batinin üstünlügünü meydana getiren ana faktörlerin ne oldugunu esasi olarak
hiçbir zaman anlayamamislar, tespit etmemislerdir. Ílk zamanlarda Avrupa usulü
ordu kurmak gerektigi sanilmis ve Avrupa usulü ordu kuruldugunda bizi yenilgiye
ugratan bati ordularinin karsisina çikilabilecegi sanilmistir. Bunun için de
yabanci ordulardan yabanci subay ve komutanlar getirtilerek avrupa usulü ordu
teskil etmeye çalismislardir. Halbuki bir milletin hayati bir bütündür. Bir
milletin ordusu o milletin sosyal bünyesinden tamamiyle ayri bir varlik olarak
düsünülemez.Bir milletin ordusu o milletin özüdür ve kendi sosyal bünyesini
bütün özelliklerini tasiyan varliktir. Bu sebspten batinin gücünü meydana
getiren ana fikirleri, ana görüsleri ve faktörleri görmek, buna göre Türk
milletini yeniden teskilatlandirmak, Türk devletine teskilatlandirmak
gerekmekteydi.Önceleri Fransa´dan getirilen Fransiz subay ve generallerin
öncülügünde yeni ordu teskiline çalisilmistir. Fakat bu tesebbüs Osmanli
devletini arka arkaya gelen yeni yenilgilere ugratmaktan da koruyamamistir.
Fransizlardan sonra Alman subaylari ve Alman generalleri getirtilerek Türk
ordusu onlarin egitimine ve onlarin görüsüne göre yetistirilmeye çalisilmistir.
Bunlar tamamiyle yararsiz olmusdur denilemez, fakat tesebbüslerin de osmanli
devletini canlandirmaya ve Türk Milletini felaketlerden korumaya yetmedigi
görülmüstür. Çünkü esas mesele Türk toplumunu yeniden uyandirmak, ona yeni bir
yasama inanci vererek, yeni bir ülkü vererek, ahlakta ve maneviyatta en yüksege
çikarmak, ilimde teknikde süratle en ileriye götürmek ve iktisaden kalkinmis bir
varlik haline getirmek zorunlulugu vardir fakat bu Osmanli yöneticileri
tarafindan, Osmanli aydinlari tarafindan bir türlü kavranamamistir.Daha sonra
bati memleketlerinin ordularini taklitten, batinin yüksek tabakasinin,
aristokrat tabakasinin o günkü lüks yasayisini, gösterisini teklide yönelmistir.
Bu taklidcilik milletimizi kendisini horlama, kendi kendini kabiliyetsiz
görme ve Avrupa´yi üstün görme , üstün kabul etme, Avrupa´nin her seyi
yapabilecegine, bizim ise yapamiyacagimiza inanma yoluna götürmüstür. Yeni
insanlarimizin beyinleri ve ruhlari manen zincire vurulma durumuna getirilmistir
. Bir insan kendisinin asagi olduguna inanirsa, inandirilirsa, bir insan
baskalarinin kendinden yüksek olduguna inanir ve inandirilirsa, o insan en adi
kölelik zincirine vurulmus olur. Bu da insanlari yaratici güçten mahrum eder ve
çalisamaz, yararli isler yapamaz duruma sokar. Bunun yanisira batili gibi
yasamayi teklit etmenin, bati taklitçiliginin yayilmasinin sebep oldugu sonuç,
tüketimin artmasi Türk toplumunun batili gibi tüketici hale gelmesi, buna
karsilik üretim ayni, eski binlerce yillik dogulu üretim sisteminin devam etmesi
seklinde olmustur. Karasapana çiftçilige ve tarima, ilken tarima dayanan bir
üretim usulü süregelmistir. Tüketiciligin devamli artmasi; üreticide hiç bir
gelisme olmamasi, verimsiz, kisir bir üretimin sürdürülmesi, her geçen gün
toplumumuzun daha çok fakirlesmesine, devletimizin daha çok zayiflamasina yol
açmistir.Türk aydinlari, Türk yöneticileri bu gerçekleri hiç bir zaman
farkedememistir.
Osmanli Ímparatorlugunun çöküsü, milletimiz için çok felaketli dönemlerin
yasanmasina sebep olmustur.Türk milletinin son sigindigi durumunda olan Anadolu
dahi, Birinci Dünya Savasi´nin sonunda her tarafdan birçok düsman askerlerinin
iskali altina girmistir. Türk milleti ve Türk devleti adeta tarih sahnesinden
silinme, yok olma durumunda kalmistir. Bu durum içinde Atatürk gibi müstesna bir
büyük sahsiyet Türk milletinin basina gecme imkani bulmustur. Milletimizin
kabiliyetlerini ve özelliklerini iyi taniyan Mustafa Kemal Atatürk, milletimizin
destegini de saglayarak, o günkü sartlara göre eldeki imkanlari da gayet iyi
degerlendirerek milletimizin kurtulus savasini baslatmis ve dört yil süren bu
savasin sonunda bugünkü sinirlar içindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti´ni
kurtarmayi, Türk milletini yeniden dünya üzerinde bagimsiz bir varlik halinde
yasama imkanina kavusturmayi basarmistir.
TÜRK TARİHİNE BAKIŞ
Milli Kurtulus Savasimiz, milletimizin canini disine takarak büyük
fedakarliklarla, büyük kahramanliklarla basardigi bir büyük mücadeledir. Bu
mücadelenin basarilmasinda Atatürk´le beraber, Atatürk´ün etrafinda toplanan
Türk aydinlarinin ve Türk liderlerinin büyük paylari, büyük hizmetleri olmustur.
Dört yillik çetin mücadeleler, iç isyanlar, ayklanmalar, dis saldirilar içinde
geçen olaylardan sonra Lozan barisi imzalanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti
tarih sahnesinde Türk Milletinin yeni eseri, yeni varligi olarak kendisini
göstermistir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra eski hastaliklardan, eski dertlerden kurtulmak
ve Türk milletini bir an önce güçlü, kalkinmis bir varlik haline getirmek,
çalismalari baslamistir. Bugünkü Cumhuriyetin kurulusundan bu yana ellibes yil
geçmis bulunmaktadir. Bu ellibes yil içerisinde Türkiye´yi idare etmis olan
hükümetler ve çesitli liderler çesitli iktidarlar ve partiler milletimizin
kalkinmasi yolunda bir çok isler basarmislardir. Fakat yapmis olduklari isler
ellibes yil geçtikten sonra da Türk milletini henüz ileri bati milletlerinin
seviyesine getirmeye yetmemistir. Memleketimizi idare eden çesitli liderler,
çesitli partiler daima kendilerinin büyük isler yaptigini iddia etmisler ve
kendi iktidarlarindan önceki durumu ele alarak eski yillara göre kendi
dönemlerinde yeni bir takim eserler meydana getirdiklerini iddia etmisler ve
böylece kendilerinin basarili hizmetlerini anlatmaya çalismislardir.
Bunlarin hiç birisi Türkiye Cumhuriyeti´nin durumunu komsulariyla veya diger
ileri milletlerin durumlariyla kiyaslayarak o milletlerle Türk milletini
yaristiracak duruma getirebilme yönünde ne ölcüde hizmet yaptiklarina
deginmemislerdir ve bugün de deginmemektedirler. Halbuki asil dava, bir
iktidarin kendinden önceki iktidar zamaninda mevcut olan tesislere yenilerini
ilave ettigi iddiasindan daha önemli olarak, Türkiye´nin gerek komsulari ile
gerekse diger ileri milletlerle arasinda bulunan geri kalmislik mesafesini ne
ölcüde kapatilabildigi, ne hizla bu mesafenin kapatilma yoluna girdigini tespit
etmektedir. Biz yaptigimiz incemelerde, üzülerek belirtmek istiyorum ki, çok
aci sonuçlar tespit etmis bulunmaktayiz. Türkiye´nin her geçen gün gerek
komsulariyla, gerek ileri milletlerle arasindaki geri kalmislik mesafesi
azalacagi, küçülecegi yerde daha da büyümektedir. Her geçen günde, her geçen
haftada, her geçen ayda ve yilda Türkiye gerek komsularindan, gerek ileri gitmis
milletlerden daha çok geride kalmakta, geri kalmis bir duruma düsmektedir. Çünkü
Türkiye´yi yönetenler, Türkiye ile ileri milletler arasindaki mesafeyi azaltmaya
yetecek ölçüde icraat yapmak hususunda basarili olamamislardir.
Bunun çesitli sebepleri vardir. Bu sebeplerin en basinda gelen husus Türk
milletini, Türk halkini heyecanla hareketegeçirerek kendi içraatlarina müttefik
ve ortak haline getirememeleridir. Yöneticiler daima halkdan uzak, halka
gerçekleri anlatarak, hedefleri göstererek, halki inandirmak bu hedeflere bütün
varini yogunu, enerjisini birlikte seferber edip bir an önce ulasmak hareketine
geçirmemislerdir. Bunun yani sira aydin, halk kaynasmasi ve isbirligini
saglayamamislardir. Aydinlarimiz hala halkdan uzak büyük sehirlerde, eglence
imkanlarinin bol oldugu yerlerde, konforlu apartmanlarda, konforlu bir hayatin
içinde bulunmanin pesinde ve zihniyetindedirler. Osmanli Ímparatorlugu
günlerinden beri Türk aydinlari, Türk yöneticileri ile halkin yasayisi arasinda
büyük fark vardir. Türk aydinlari, Türk yöneticileri halki horlamaktadir, halki
küçük görmektedir, halkin geri kalmisligini, dini inançlarina dayali olarak
sürdürdügü yasayisini gerilik saymakta ve bundan dolayi vatandasi
begenmemektedir. Halk da kendi yöneticilerini, kendi aydinlarini kendi derdinden
anlamayan, kendi inançlarini paylasmayan, kendi dinini, kendi ibadetlerini,
kendisi kibi, kendisiyle beraber yasamayan, kendisinden baska bir hayati
özleyen, baska bir hayati yasayan ve kendini horlayan insanlar olarak görmüstür
ve görmektedir.Bundan dolayi da kendini yönetenlere, kendi aydinlarina
inanamakta, güvenememektedir. Aydin- halk ikiligini ortadan kaldirmadikca, Türk
milletinin aydin- halk birligini ve is birligini, kaynasmasini saglanadikca
Türkiye´nin atilima yönetilmesi mümkün olamayacakdir. Íleri milletlerle ve
komsularimizla Türkiye´nin her geçen gün arasindaki geri kalmislik mesafesinin
daralmak yerine büyümesinin diger sebepleri isebir milletin gücünü meydana
getiren ana faktörlerin anlasilmamis olmasidir. Bu ana faktörler sunlardir:
Her seyden evvel bir milletin yüksek ahlak duykusuna sahip olmasi ve yüksek
bir manevi inanç dasimasi gerekmektedir. Bunlarla beraber milletin kuvvetli bir
milliyetcilik suuru içinde bulunmasi ve kendi milletini kalkindirmak, kendi
milletini ileri götürmek aski,istegi ve azmi içinde bulunmasi gerekmektedir.
Bunlarla beraber bir milletin modern ilim ve teknikte hizla en yüksege çikmasi
gerekmektedir. Bir toplumun hizla modern ilim ve teknikte en yüksek seviyeye
çikmasi, en ileri milletlere yetismesi ise her seyden önce süratle dünya çapinda
kabiliyetle, bilgili, yetenekli ilim adamlari ve teknisyenler kadrosu kurmaya
baglidir. Bunlarin yani sira da memlekette modern sanayii kurmak ve modern tarim
kurmak gerekmektedir. Gerek tarimi modernlestirme, gerek modern sanayii kurmak
ve otomasyona dayanan, modern kitlevi çok üretim saglamak ve böylece dünya
ekonomisine dahil olmak bir milletin ileri olmasini saglayabilir. Bunlar
çözülmedikçe bir milletin yapilaçak üç, bes bin kilometre yolile, birkaç yüz
köprü ile, birkaç yüz okulla ileri milletlerin seviyesine hizla çikmasi
saglanamaz. Nitekim elli bes yillik Cumhuriyet devrinde basa geçmis liderlerin,
çesitli iktidarlarin bu neviden memlekette yapmis olduklari bir çok esere ragmen
Türkiye bugün yine geri kalmis bir ülke durumundadir, zayif bir ülke ve ileri
milletlerle arasindaki mesafe de azalmak yerine daha çok açilmis bir durumdadir.